Tanrıların Tahtasında Bir Oyun: Ur Kraliyet Oyunu ve Yankı Kayası'nın Sessiz Diyaloğu
- Serem Arda
- 17 May
- 4 dakikada okunur
(Yayın Tarihi: 17 Mayıs 2025)
Zamanda Açılan Bir Tahta: Ur Kraliyet Oyunu'nun Keşfi
British Museum’un 56 numaralı salonunda dolaşırken, gözünüz kadim bir tahta üzerine maharetle oyulmuş dikkat çekici taşlara takılabilir. Bu, ne bir savaş sahnesi ne de bir tanrı tasviri... Fakat bakmayı bilen gözler için bu küçük kutu; bir çağın hayal gücünü, rekabetini ve kader anlayışını fısıldar: Ur Kraliyet Oyunu.
İnsanlığın bilinen en eski masa oyunlarından biri olan bu eşsiz eser, ilk kez 1920'lerde Mezopotamya'nın Ur kentinde ünlü arkeolog Sir Leonard Woolley tarafından gün yüzüne çıkarıldı. Lapis lazuli, inci ve deniz kabuğu gibi değerli malzemelerle süslenmiş oyun tahtası, sadece dönemin zenginliğini değil, aynı zamanda derin bir anlamı da taşır. M.Ö. 2600'lü yıllara tarihlenen bu sessiz öğretmen, bugün hâlâ taşlarının izini sürdüğümüz kadim bir bilgelik sunar.
Oyunun Kuralları ve Anlam Arayışı
Ur Kraliyet Oyunu'nun tahtası, birbirine dar bir geçitle bağlanan iki dikdörtgen panodan ve toplam yirmi kareden oluşur. Her bir kare, adeta kaderin bir durağını simgeler. Oyunda, her oyuncu beş yassı taşa sahiptir ve bu taşlar, dört yüzlü özel zarların (ya da eski metinlerde bahsedildiği gibi şekilli kemiklerin) atılmasıyla tahtada ilerletilir. Amaç, taşları tahtanın bir ucundan diğerine ulaştırmaktır; ancak bu yolculuk, sanıldığı kadar basit değildir.
Oyunun sırları, 1980'lerde British Museum’un kıdemli küratörlerinden Irving Finkel'in Babil'den kalma bir kil tablet üzerindeki çivi yazılı metni deşifre etmesiyle aydınlanmaya başladı. Bu kurallar, zarların getirdiği şans faktörüyle stratejinin nasıl iç içe geçtiğini, bazı karelerin neden uğurlu ya da korunaklı olduğunu ve hatta oyuncuların birbirlerinin taşlarını oyun dışına atabildiğini gözler önüne serdi.
Sümerlerde Oyun, Kader ve Kehanet
Sümer medeniyetinde oyunlar, yalnızca boş zamanları değerlendirme aracı değildi; aynı zamanda tanrılarla iletişim kurmak, geleceğe dair işaretler aramak ve kaderi sezmek için de bir vasıtaydı. Ur Kraliyet Oyunu'nun özellikle kraliyet mezarlarında bulunmuş olması, onun ölümden sonraki yaşamla da bir bağlantısı olduğuna, belki de ölen kişinin ruhunun öte dünyada tanrılarla bu oyunu oynayarak kaderini etkilemeye çalıştığına dair güçlü ipuçları sunar.
Oyun tahtasındaki bazı karelerin özel işaretlerle bezenmiş olması, bu tahtanın bir tür kehanet aracı olarak kullanıldığı yönündeki teorileri de destekler. Her bir kare, belki de oyuncunun o anki ruh haline, içsel durumuna bir ayna tutuyordu.
Bir Yankı Kayası Hikayesi: Zadaram ve Ninluma
Şimdi size kitabımda yer vermediğim bir sahne üzerinden bu oyunu anlatmak istiyorum. Ur-Gir'in zalim ordusu, ve Lúmišir'in askerleri tarafında kuşatılmış Yankı Kayası'nda bir gece Enlil'in eski komutanı, direnişin efsanevi lideri eski general Zadaram ve Zi'nin Işığı eski İnanna Rahibesi Ninluma Ur'un kraliyet oyununu oynarlar.
Şimdi zihninizde canlandırın: Kadim Lagaş kentinin gizemli kıyılarındaki Yankı Kayası’nda, loş bir taş odanın ortasında iki figür, Zadaram ve Ninluma, eski bir oyun tahtasının başında diz çökmüşler. Taşlar, tahtanın üzerine sessizce bırakılıyor. Aralarında kelimeler yok, çünkü her bir taş, her bir hamle, kelimelerden çok daha fazlasını anlatıyor.
Zadaram, hesaplı ve stratejik bir oyuncu. Her adımını kontrol altında tutuyor. Ninluma ise sezgilerine güveniyor, ruhunun fısıldadığı yolları izliyor. Tahtada hareket eden sadece taşlar değil; geçmişin gölgeleri, geleceğin olasılıkları ve iki ruhun sessiz diyaloğu da onlarla birlikte akıyor.
Bir an gelir, Zadaram başını kaldırır. Tahtadaki bir taşı parmaklarının arasında tutarken Ninluma'ya döner:
“Her kare bir yankıdır, Ninluma. Tahtaya sürdüğün her taş, senden kopan bir niyettir. Şimdi karar ver — bu yankıdan geçmek mi istersin, yoksa onunla kalmak mı?”
Oyun sürer. Ne kesin bir galip vardır ne de mutlak bir mağlup. Ama oyunun sonunda Ninluma'nın bakışları değişmiştir. Çünkü bazı oyunlar kazanmak için değil; anlamak, hatırlamak ve uyanmak için oynanır.
Taşların Fısıldadığı Semboller
Zadaram’ın her hamlesi, belki de geçmişte yaşadığı bir savaşın, verdiği zorlu bir kararın tahtadaki yansımasıdır. Ninluma'nın ilerleyişi ise bastırılmış bir bilgeliğin, açığa çıkmayı bekleyen bir içsel gücün ifadesidir. Oyun tahtası, bu iki ruhun satır aralarını okurcasına işler.
Tahtanın ortasındaki o dar koridor, hayatın zorlu geçitlerini; korunaklı kareler ise bazen sığındığımız yanılsamaları, bazen de unuttuğumuz hakikatleri temsil eder. Taşlar sadece oyunculara değil, bu hikayeyi okuyan bizlere de fısıldar:
“Sen, hangi niyetini hareket ettiriyorsun?”
Geçmişten Bugüne: Ur Oyunu Hâlâ Hayatta
Ur Kraliyet Oyunu, binlerce yıl öncesinden bugüne ulaşan bir miras olarak varlığını sürdürüyor. Orijinaline sadık kalarak üretilmiş setleri British Museum’un çevrimiçi mağazasında veya özel zanaatkârların elinden çıkmış ahşap versiyonlarıyla bulmak mümkün. Hatta bu kadim oyunun modern yorumlarına mobil uygulamalarda dahi rastlayabilirsiniz.
Kuralları basit gibi görünse de, anlamı derin bir oyundur bu. İki oyuncu, beşer taş, birkaç zar ve yirmi karelik bir tahta... Ama ortaya çıkan deneyim, bazen keyifli bir rekabet, bazen derin bir içsel yüzleşme, bazen de beklenmedik bir kehanet olabilir.
Bu Yazının Amacı: Yankıları Keşfetmeye Bir Davet
Belki de Sümerlerin büyük Tufan anlatılarında veya diğer mitlerinde Zadaram ve Ninluma gibi karakterlerin kaderle olan bu türden sembolik oyunları oynaması, tanrıların büyük planları karşısında insanın kendi iradesiyle var olma çabasını temsil ediyordur. Bu yazıdaki kurgusal Yankı Kayası sahnesi de, bu kadim oyunun sadece bir eğlence olmadığını, insanın ruhunda oynanan asıl oyuna bir pencere açtığını hayal etmemizi sağlar. Her kare bir karar, her taş bir yankıdır.
Bu satırlarla amacımız, yalnızca geçmişin unutulmaya yüz tutmuş bir oyununu anlatmak değil, aynı zamanda siz okurları bu oyunu deneyimlemeye, kendi içsel yankılarınızı keşfetmeye davet etmektir. Çünkü bazı oyunlar asla unutulmaz; bazı tahtalar zamanla değil, taşıdıkları yankıyla yaşar.
Sonsöz: Zamanı Aşan Bir Yankı
Ur Kraliyet Oyunu, bir oyundan çok daha fazlasıdır. O, Sümerlerden günümüze miras kalan, taşlara kazınmış sessiz bir öğretidir. Taşlar eski olabilir, ama fısıldadıkları gerçekler hâlâ taptaze ve canlı. Onlara kulak verirseniz, belki siz de Zadaram gibi stratejiyle, Ninluma gibi sezgiyle oynamanın dengeleyici gücünü keşfedersiniz.
Ve kim bilir...
Belki bir gün siz de kendi taşlarınızı hayat tahtasına sürerken, içinizden şu cümle geçer:
“Her taş, benden kopan bir niyettir. Ve bu tahta, zamanın ta kendisidir.”

Comments