Zamana Meydan Okuyan Bir Çığlık: Dünyanın En Eski Aşk Şiiri
- ahmetsefasen
- 1 Tem
- 2 dakikada okunur
Aşk… İnsanlığın varoluşundan beri en evrensel, en derin ve en güçlü duygu. Her dilde, her kültürde farklı tonlarda yankılansa da, aşkın özü hep aynı kalır. Peki ya bu kadim duygunun ilk yazılı izine rastladığımız an? Zamanın sis perdesini araladığımızda, yolumuz bizi medeniyetin beşiği Mezopotamya’ya, Sümer uygarlığının kalbine çıkar. Tam dört bin yıl önce, bereketli hilalin incisi Nippur kentinde, adı sanı unutulmuş bir kadın, ruhunun derinliklerinden kopup gelen aşkını bir kil tablete işledi. Belki bir rahibeydi, belki kutsal bir ritüelin başrol oyuncusuydu; ama şurası kesin ki, kelimeleriyle ölümsüzleşti. Sevgilisine, kral Shu-Sin'e sesleniyordu bu dizelerde; onu arzuluyor, bekliyor, özlüyordu. Ve böylece, yazının keşfiyle birlikte aşk da sonsuzluğa doğru sessizce yolculuğuna başladı.

Aşkın ve Bereketin Kutsal Dansı
Bu şiir, sadece bir kalbin atışını yansıtmaktan çok daha fazlasını barındırıyor. O, aynı zamanda bir ritüelin, derin bir inancın ve tarım toplumunun doğayla kurduğu kopmaz bağın da bir parçası. Sümer’de her yıl düzenlenen "hieros gamos" yani kutsal evlilik ritüeli, kralın aşk tanrıçası İnanna’nın dünyadaki temsilcisiyle birleşmesini simgelerdi. Bu birleşme, toprağın yeniden canlanmasını, sel sularının çekilmesiyle topraktan fışkıran yeni yaşamı ve bereketin sürdürülebilirliğini temsil ederdi. Toplumun refahı ve doğanın döngüsü, bu kutsal birleşmenin güvencesi altındaydı. İşte bu şiir, tam da o büyülü ve kutsal anda fısıldanmış, binlerce yıl sonra bile ruhumuza dokunan bir melodi gibi bize ulaştı.
Zamana Meydan Okuyan Kelimeler: Sümerli Kadının Kalp Çığlığı
İşte karşınızda, insanlık tarihinin bilinen en eski aşk şiiri… Sümerce’nin derinliklerinden günümüze taşınan, kelimelerle örülmüş bir hasret ve arzu ağı. Duyguların evrenselliği, bu satırlarda zamanın ve mekânın ötesine geçerek yankılanıyor.
“Kalbimin sevgilisi, seni hoşnut etmek istiyorum.
Arzularımın adamı, İnanna’nın seçtiği,
Odamda seni bekliyorum, tatlı uyku yerimde,
Sana gözyaşlarıyla değil, şarapla geldim.
Dudakların bal gibi, onları öpmek istiyorum.
Göğsün bir aslan gibi, kolların sarhoş eden üzüm gibi.
Senin kollarında uyumak istiyorum,
Ve uyandığımda hâlâ yanımda olmanı.
Ey krallık tacının sahibi,
Gönlümün seçtiği, kalbimin çaldığı,
Tanrıça seni taçlandırdı, seni kutsadı,
Ben de seni seçtim — ey arzumun adamı.
Gel yatağıma gel,
Ey yüce kral, gözlerimin nuru,
İnanna’nın ateşiyle yan,
Benimle ol, kalbimin fırtınası.
Beni elmas gibi sars,
Zevkinle titret beni,
Seninle birleşmek istiyorum,
Senin koynunda var olmak.
Gecem seninle uzun,
Aşkınla sabahı beklemem.
Tatlı sözlerinle, nazik ellerinle,
Beni sar, beni doyur, beni sev.
Gönlümde senden başkası yok,
Kalbim yalnız sana çarpar,
İnanna adına, aşk adına,
Ey Shu-Sin, benim sevgilim.”
Kalpten Kalbe Bir Miras
Bu şiirin her dizesi, binlerce yıl öncesinden gelen bir fısıltı değil midir? Sümerli bir kadın, yeryüzünün en eski krallarından birine, çağlar ötesinden yankılanan bir aşkla seslenmiştir. Aradan geçen binlerce yıla rağmen, aşkın dili şaşılacak derecede değişmeden kalmıştır. Bugün hala bu dizelerde kendimizden bir şeyler bulabiliyorsak, bu insanlığın ortak hafızasında aşkın ne kadar derinlere kök saldığının, ne kadar evrensel bir duygu olduğunun en çarpıcı kanıtıdır. Tarih belki taşlara ve kil tabletlere kazındı; ama aşk, kalpten kalbe, nesilden nesile fısıldanarak aktarıldı.
Sizce de bu şiir, geçmişin tozlu sayfalarından günümüze uzanan, aşkın ölümsüzlüğünü kanıtlayan en güzel armağanlardan biri değil mi?
Comments