top of page

Nippur’da Akitu: Šemgalzur’un Tanrısal Titreşimleri

  • Yazarın fotoğrafı: Serem Arda
    Serem Arda
  • 1 May
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 2 May


Sevgili okurlar, Bugün sizi “Sümer Tufanı: Tanrılar ve İnsanlar” evreninin zulasından çıkarılmış, kitapta yer almayan bir sahneye götürüyorum. Bakışı ödünç aldığımız kişi, Enlil’in gölge örgütü Lúmušir [⚑]’in lideri Šemgalzur. Onun gözlerinden, Enlil’in kutsal şehri Nippur’da—Ekur Zigguratı’nın gölgesinde—kutlanan Akitu Bayramı’nı izleyeceğiz. Nippur, sadece bir şehir değil; göğü yere düğümleyen kutsal merkez, tanrısal iradenin yeryüzüne mühürlendiği yerdir. Diğer şehirlerin kralları bile kaderlerini burada arar. Bu “yan evren” öyküsü, Sümer tarihini kurgu aromasıyla sunar; taş kokusunu, tütsü dumanını ve tanrısal düzenin gerilimli nabzını birlikte soluyalım.


Taşların Sessizliği (Arınma – Gün –3 ► 0)


Ekur’un devasa tunç kapıları, tanrısal bir sırrı saklar gibi sımsıkı kapalı. İçeriden taşan, rahiplerin monoton bir ritimle okuduğu balag ilahisinin boğuk uğultusu, dışarıdaki havayı bile ağırlaştırıyor. Avlularda, beyaz keten giysili figürler kutsal havuzlara girip çıkıyor; sıçrayan her damla, sanki binlerce yıldır süregelen bir düzenin parçası gibi ölçülü. Hareketlerinde ne bir acele ne bir tereddüt var; sadece taşın soğukluğu ve görevin ağırlığı. Sokaklar, bayram öncesi bir nefes tutuşla ıssız; sadece devriye gezen muhafızların sandaletlerinin taş zeminde çıkardığı ritmik ses duyuluyor. Sessizlik… ama toprağın altında, Ekur’un temellerinden yayılan, benim gibi eğitime alışkın kulakların bile zor seçtiği derin bir titreşim var. Sanki dağın kalbi atıyor. Davul sustu, evet, ama rüzgâr şimdi taşların arasından daha keskin, daha anlamlı fısıltılarla konuşuyor.


Bekleyişin Nabzı (Gün 1 ► 3)


Kapılar hâlâ mühürlü. Dualar, şimdi daha ısrarlı, taş duvarlarda hapsolmuş, birikmiş bir enerji gibi uğulduyor. Ben—Šemgalzur—şehrin en yüksek noktalarından birinde, bir tapınak çatısının rüzgârlı saçağının altındayım; bir gölge kuşu gibi, aşağıdaki her hareketi, her fısıltıyı süzen gözlerimle. Halk evlerine çekilmiş, geçen yılın günahlarını ve yaklaşan yılın belirsizliğini kendi sessizliklerinde boğmaya çalışıyor. Ama ben taşın gerildiğini hissediyorum. Sadece Ekur’un taşları değil; şehrin temelleri, insanların sabrı, hatta belki de tanrıların kendi içindeki o görünmez dengeler… hepsi geriliyor. Bu bekleyişin nabzı, sessizlikten daha gürültülü.


Kapılar Açılırken (Gün 4)


Tunç kapılar, çağların gıcırtısıyla ağır ağır aralanıyor. İçeriden vuran ışık ve yoğunlaşmış tütsü dumanı bir an gözlerimi kamaştırıyor. Elçiler—Ur’un altın işlemeli parlak cüppeleri, Eridu’lu rahiplerin bilge yüzleri—saygıyla ama aynı zamanda ölçülü bir merakla Ekur’un eşiğine sokuluyor. İçeride, dev heykellerin kutsal yağlarla ovulmuş yüzeyleri loşlukta parlıyor. Bir köşede, şehrin kralı (ya da Enlil’in atadığı yönetici) diz çökmüş; başrahip, törensel bir sükunetle onun saç ve sakalını özel bir bıçakla kesiyor. Yere düşen ilk siyah tel, meydandaki kalabalığın topluca tuttuğu nefesi kesiyor sanki. Krallık bile, Enlil’in düzeni önünde eğilmek zorunda.


Aşağılama (Gün 5)


Enlil heykelinin vakur sessizliği önünde, kralın tacı başından alınıyor. Başrahibin eli kalkıyor ve kralın yanağında tok bir sesle patlıyor. O ses… sadece et ve kemiğin değil, gururun ve iktidarın da kırılma sesi gibi yankılanıyor. Kalabalık tek vücut halinde diz çöküyor, yüzler toprağa dönük. Ben çatıda, soğuk taş korkuluğu sıkıca kavramışım; avuçlarımın neden terlediğini bilmiyorum. Tokatın yarattığı o ani şimşek geçiyor; ama yankısı, o sağır edici sessizlik, göğe asılı kalıyor. Bu, düzenin bedeli mi, yoksa sadece gücün gösterisi mi?


Kaos’un Ateşi (Gün 6 ► 7)


Nehir kıyısında, kalabalığın uğultusu arasında, çamurdan ve sazlardan yapılmış kaba kuklalar – kadim kaosun, ‘kur gal’ın suretleri – büyük bir ateşle tutuşturuluyor. Alevler göğe yükselirken kalabalıktan hem korku hem de vahşi bir sevinç çığlığı kopuyor. Yanan kuklaların külleri rüzgârla savrulup yakındaki bir fırıncının taze pişmiş ekmeklerinin üzerine konuyor; hava küf, yanık saz ve taze ekmeğin o garip karışımıyla kokuyor. Yaşam ve ölüm, düzen ve kaos iç içe.Rahipler korosu, tam bu anda Eridu Yaradılış Destanı’ndan o tanıdık mısraları mırıldanıyor: “Büyük dalgalar gelmeden toprak susar, Susar da gök derin nefes alır.” Kül ve fısıltı… Düzenin, her yıl yeniden kazanılması gereken kırılgan bir zafer olduğunu hatırlatıyorlar. Kaosun dili budur; yakıcı ve dönüştürücü.


Tanrıların Alayı (Gün 8 ► 9)


Heykeller yeniden omuzlarda. Şehrin ana caddesi insan seli. Önce Enlil, tüm haşmetiyle; ardından savaşçı oğlu Ninurta, sonra güzelliği kadar tehlikesi de hissedilen İnanna… Her tanrı heykeli geçerken farklı bir enerji dalgası yayılıyor kalabalığa. Zil sesleri havayı deliyor, davullar kalpleri yerinden oynatacak gibi vuruyor. Alay, Ídigna’nın (Fırat) kutsal sularının yıkadığı kıyıya doğru bir nehir gibi akıyor. Secdeye kapanan, ilahiler mırıldanan kalabalığın tam ortasında, nehrin kenarında duran yaşlı bir balıkçı dikkatimi çekiyor. Kıpırdamıyor. Yüzü, nehrin çamurlu suları gibi ifadesiz. Gözleri heykellere değil, nehrin akışına kilitlenmiş. O, her Akitu’yu görmüş. Belki de tanrıların gelip geçici olduğunu, asıl kalıcı olanın nehir ve toprak olduğunu biliyor.


Mühürlenen Kader (Gizli Gece 9 / 10)


Ekur’un kalbi, Ubšu-ukkin, dış dünyaya kapanıyor. Kapılar mühürleniyor, gongun sesi bile içeride boğuluyor. Hava, yakılan reçinelerin yoğun kokusuyla nefes alınmaz hale gelirken, yukarıdan, tanrısal düzlemden indiğini hissettiğim görünmez bir titreşim tüm tapınağı sarıyor—karar verildi. Kimin yıldızının parlayacağı, kimin ekininin kuruyacağı, hangi şehrin surlarının yıkılacağı taşa, kader tabletlerine kazındı. Ben, görevimin gereği olarak gölgede bekliyorum. Raporuma o bildik cümleyi yazıyorum: “Düzen sağlandı.” Ama parmaklarımın arasındaki kamış kalem hafifçe titriyor. Bu yazılan kader mi, yoksa sadece Enlil’in iradesi mi?


Zincirlerin Gevşemesi (Gün 11 ► 12)


Tanrı heykelleri tapınaklarına dönerken şehir üzerindeki o ağır baskı kalkıyor, bir nefes salıyor sanki. Kazanlarda et kokusu, testilerde biranın keskin mayhoşluğu köpürüyor. İnsanlar meydanlarda dans ediyor—ama hâlâ görünmez bir disiplinle, yalnızca izin verilen adımlarla. Bu bir özgürlük değil, bir ödül. Zincirler tamamen kopmadı, sadece bir sonraki sıkılaştırmaya kadar gevşetildi. Gece ilerledikçe alevler sönüyor, son kahkahalar da dar sokaklarda dağılıyor. Ekur’un devasa gölgesi yeniden şehrin üzerine bir örtü gibi seriliyor.

Dinliyorum. Ben de gölgelerime çekiliyorum. Ama bu gece farklı. Taşların altındaki o ilk gün hissettiğim titreşim… susmadı. Aksine, artıyor gibi. Toprak konuşuyor. Ama ne söylediğini henüz anlayamıyorum.


Sevgili okur, Šemgalzur’un sessiz tanıklığı ve içindeki ilk sorgu kıvılcımları, size Sümer düzeninin hem sarsılmaz görünen gücünü hem de belki de görünmeyen çatlaklarını hissettirdiyse, ne mutlu bana. Yorumlarınızı duymak bu yolculuğu daha anlamlı kılacaktır. Bir sonraki yazıda, belki de bu derinden gelen titreşimin Lagaş'taki yankılarını araştıracağız. Kalın sağlıcakla—ve kulak verin: davul sustuğunda bile toprak konuşur.


Dipnot [⚑] Lúmušir: “Kulak” anlamına gelen, Enlil adına bilgi-gözetim görevli gizli birlik.


Sümer’de Yeni Yıl kutlaması ritüelleri.
Sümer’de Yeni Yıl kutlaması ritüelleri.
 
 
 

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating

Zamanın yankısında buluşalım

  • Whatsapp
  • Instagram
  • LinkedIn
  • YouTube
  • Twitter
bottom of page